12 Şubat 2009 Perşembe

SEVGİLİ ÇOCUĞUM


“Bugün sana nasıl doğduğunu yazacağım. Artık bunları bilmen gereken yaşa geldin. Dün küçüktün benim küçük yavrucuğum, oysa bugün her savaştan zaferle çıkabilirsin. İnanıyorum buna.

Evet, sana nasıl doğduğunu anlatacaktım. Sen önce kafalarımızda doğdun. Yani benim ve sevgili babanın düşüncelerinde. Artık, seni yalnız düşüncelerimizde sevmek yetmiyordu bize. Seni ellerimizle sevmek istiyorduk. Seni duyumsamak, sesini işitmek gerekliydi. Dudaklarımızı pembe yanaklarına dokundurmak, ellerini avuçlarımıza almak istiyorduk.

Artık, ben ve sevgili baban her an seninleydik, tüm benliğimiz seninle dolmuştu. Oysa bu yetmiyordu bize, ikimiz de biliyorduk. Sevgili kocamı çok seviyordum, çünkü o benim doğacak çocuğumu, yani seni çok seviyordu. Bu bana inanılmaz bir mutluluk vermekteydi. Kocam da beni çok seviyordu, emindim buna. Çünkü ben onun doğacak çocuğunu, yani seni seviyordum ölesiye.

Çılgınlar gibiydik baştanbaşa sevgiyle. Seni de sevgiyle doldurmak istiyorduk. Sen ki, bizim herşeyimiz. Bizi böylesine büyük bir mutluluğa boğan sana herşeyimizi vermeliydik. Sen daha gelmezden çok önce hazırlamıştık herşeyi. Sanki gelmişsin de, bizimle yaşamayı paylaşıyormuşsun gibi.

Gerçekte, sen benim herşeyimi paylaşıyordun. Baban bilemezdi, biz kadınlar duyabilirdik ancak bunu. İki kişi, seninle ben, çoktan birlikte yaşamaya başlamıştık. Sen duyamazdın henüz bu duyguyu, ama ben, her anımda, zamanın her vuruşunda, ta iliklerime kadar seni duyuyordum. Her zaman beraberdik, ne kadar da mutluyduk o zamanlar.

Sana kavuşacağım gün yaklaştıkça, daha da sabırsız olmuştum. Seni bir an önce görmek, koklamak istiyordum. En büyük tutkum olmuştun artık. Oturur günleri hesaplardım, saatleri sayardım. Evet saatleri, hatta dakikaları... Çünkü onlar, seni bana getiren zamanın basamaklarıydı. Ben basamakları beşer onar çıkmak istiyordum yaramaz bir kız gibi. Hatta hepsini bir adımda atlamak istiyordum, ama ne mümkün. Beklemek gerek. Evet, istemesini bilmek nasıl gerekliyse, beklemesini de bilmeli. Ben de öyle yaptım çaresiz. Her doğan günü sevinçle karşıladım, seni kucaklamaya biraz daha yaklaştırdığı için.

Bir de baktım ki, sana kavuşmak an meselesi. Hastane yatağında, ilacın etkisiyle yarı baygın yatarken seninle dopdoluydum. Seni benden alıp bana vereceklerdi. Senden uzak kalacağım o kısacık an bile korkutuyordu beni. Ya sevgili baban ne yapıyordu şimdi? O da aynı korkuyu duyuyordur, eminim buna. Ama o daha sağlamdır, korksa bile belli etmez duygularını. Ben öyle miyim ya? Korkularım bile senin için sevgili yavrucuğum.

Telaşlı kalabalık seni benden ayırmak çabasında. Bu bana dayanılmaz bir acı veriyor. İlacın etkisiyle seslenemiyordum bile. İşte o an, duydum doktorun hemşireye söylediklerini. Bu sözler, bizim geleceğimizi çiziyordu. Mutluluğumuzun nerede biteceğini belirliyordu. Ancak, birimizi kurtarabilirlermiş. Demek seni benden ayıracaklardı. Birbirimizden kopacaktık sonsuza dek. Buna imkan var mıydı hiç? Böyle bir adaletsizliği ikimizin arasında paylaştırmak hangi insafsızın işiydi? Buna doktorum mu karar verecekti? Ya da diğer doktor? Ya da ötekiler?

Doktor, telaşla dışarıya çıktı. Demek, babana soracaktı. Oysa, niçin bana sormuyorlardı? Bilincim bulanık olsa da, ağzımdan sözcükler çıkamasa da, ben kararımı vermiştim. Bana niçin sormuyorlardı. Haykırmak istiyordum, ama ağzım açılmıyordu bir türlü. Elimi kaldırmak istiyordum, olmadı. Vücudum külçe gibi hareketsiz yatıyordu. Oysa ruhum, bir çılgın gibiydi. Oradan oraya koşuyordu odanın içinde. Doktorları bırakıp hemşirelere, hemşireleri bırakıp doktorlara koşuyordu. Herkes bir duvar gibi sessiz ve hareketsizdi. Ruhum herşeyi görüyor, her sesi duyuyordu, ama hiç birşey yapamıyordu. Deli gibiydim o an. Baban seni seçmeseydi, ruhum onu oracıkta öldürürdü. Ama baban seni seçti, senin bende ölmene razı olmadı. Çılgın ruhum o zaman rahata kavuştu, bedenimi bıraktı.

Şimdi çok mutluyum. Babanı, beni mutlu ettiği için çok sevmelisin. Bizi birbirimizden kimse ayıramaz inan bana. Adaletsizliği parçalayıp kendi adaletimizi kendimiz kurduk. Ben her zaman kalbinin içindeyim. Beni aramak istediğin zaman yavaşça kalbine dokun. İşte o zaman beni duyarsın. Orası ikimizin gizli buluşma yeridir. Ben şimdi senin kalbinde seni duyarak yaşıyorum. İnanmazsan koy elini kalbinin üzerine. Bak nasıl da soluk alışlarımı duyacaksın.

Bugünlük bu kadar sevgili yavrucuğum. Şimdi oturup sana gelecek mektupta neler yazacağımı düşüneceğim. Hoşça kal. Gözlerinden öperim.
Sevgili annen”

Çocuk gözlerini yumdu bir an. Annesinin öptüğüne kanaat getirince açtı. Bir gözyaşı damlası gittikçe büyüyerek yanaklarından aşağı yuvarlandı. Kalbinin üzerindeki elini hızla uzatıp yere düşmeden yakaladı onu. Avucunun içinde parmaklarıyla ezdi. O artık bir gözyaşı damlası değildi. Özlem dolu ellerini tekrar kalbinin üstüne bastırdı. Kalbi sıcacıktı, oysa elleri buz gibi.

Babası yavaşça kalktı, yorganı örttü çocuğun üzerine. Işığı söndürdü ve sessizce çıktı odadan babası, sevgili babası, sevgili annesinin sevgili kocası.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder