5 Temmuz 2009 Pazar

SEVGİLİ DOSTLARIM



Bu aydan itibaren sizlere yeni iki köşe açıyorum: “Bakış Açısı” ve “Herkes İçin Masallar”.

Hepimizin, olaylar karşısında bir tavır alışı, davranış biçimi vardır. Bunun sınırlarını o olaya bakış açımız çizer.

Bakış açımızı ise, genlerimizde yazılı olanlar ile sonradan öğrendiklerimiz, yani kültürümüz belirler.

Bilimin şu andaki seviyesine göre, genlerimizin nasıl şekilleneceğine biz karar veremiyoruz. Bunu şimdilik değişmez olarak kabul ediyoruz. Doğacak çocuğumuzun iyi mi kötü mü, doğru mu eğri mi olacağına biz karar veremiyoruz.

Ama, sonradan öğrendiklerimiz için aynı şeyi söyleyemeyiz. Doğan çocuğumuzun doğru, iyi, güzel olması için ona neler verebileceğimize biz karar veriyoruz. Ebeveynimiz, nasıl bize bazı bilgiler, değerler yüklemişse ve biz de hayatımız boyunca bunlara birçoklarını ilave etmişsek, bugün o noktada ve bu bakış açısı ile duruyoruz.

“Bakış Açısı”nda, size o andaki duygu ve düşüncelerimden söz etmeyi planlıyorum.

“Herkes İçin Masallar”da ise, bilinen ama unutulmuş, içinde herkesin kıyısından köşesinden bile olsa, kendine ait bir şeyler bulabileceği masal gibi hikayeleri, bir de benim anlatımımdan yazmaya gayret edeceğim.

BAKIŞ AÇISI

TARİHİ NASIL OKUMALIYIZ

Savaşın en kızgın anı. Her iki taraf da siperlerine girmiş, birbiri üzerine kurşun yağdırıyor. Başını kaldıran, hele siperden dışarı çıkanın yaşama şansı hiç yok.

Bu sırada, siperin ileri ucundan birisi ortaya atılıyor ve düşmanın üzerine doğru koşmaya başlıyor. Daha beş on metre gitmeden düşman kurşunları ile yere yığılıyor.

Bunu gören siperdeki askerlerden biri, vurulanın yanına gitmek için davranıyor, ama komutanı, “Olmaz.” diyor.

Asker itiraz ediyor: “O benim arkadaşım Komutanım. Onu kurtarmam lazım.”

Komutan, “Sen de vurulursun, üstelik o kadar çok kurşun yedi ki, sağ olmasına imkan yok.” diyor. Ama asker çok kararlı, mutlaka gitmem lazım diyor da başka birşey demiyor. Komutan bakıyor askeri ikna edemeyecek, diğerlerine arkadaşınızı koruyun diye emir veriyor. Koruma ateşi altında asker siperden çıkıyor, ileriye doğru atılıyor. Büyük gayretler sonucu arkadaşının yanına ulaşıyor. Biraz sonra, “Geri dönüyorum, beni koruyun.” diye arkadaşlarına sesleniyor. Ve büyük bir şans eseri, arkadaşının cansız vücudunu kendi siperine geri getiriyor.

Komutan, “Bak oğlum, arkadaşın ölmüş, kendi canını boş yere tehlikeye attın.”diyor. Asker, başını kaldırıyor, “Olsun Komutanım, hiç olmazsa son sözlerini duydum.” diyor.

Komutan soruyor: “Ne dedi?”

“Geleceğini biliyordum dedi Komutanım.”

Nasıl, güzel hikaye değil mi? Duygusal, çünkü gözyaşartıyor. Bilgece, zira özlü sözler söylüyor. Sadece hikaye değil, aynı zamanda destansı. Dostluğu, arkadaşlığı yüceltiyor. Soylu davranışı özendiriyor. O’na güzel sözler söyleterek beni onurlandırıyor.

Çok güzel, ama bir de karşı taraf var. Savaşılan, ölümüne mücadele edilen ötekiler. Bize benzemesine izin vermediğimiz, bizim de benzemek istemediğimiz ötekiler. Beni, benim değer verdiklerimi yok etmeye çalışan, bu nedenle düşmanım olan ötekiler.

Ötekiler, o kadar çok ki.. Benim ötekim o, onun ötekisi diğeri, diğerinin ötekisi karşısındaki. Ötekiler, çok olduğu gibi kaçınılmaz da. Onları yok etmek, ortadan kaldırmak, yokmuş gibi saymak mümkün değil. Çünkü, öteki benim varlık sebebim. Öteki olmadan ben olamam. Bu bir zorunluluk. Öteki olmalı ki, ben kendimi tanımlayabileyim. Bu öylesine bir zorunluluk ki, ben varsam, öteki de var.

Öteki sadece bireyler için değil, her boydaki topluluk için de vardır. Benim ailem, sessiz, sakin, kendi halinde, iyi insanlardır, ama öteki aile dedikoducu, başkasının arkasından kuyu kazan, kötü insanlardır. Benim mahallemde kültürlü insanlar oturur, komşular birbirlerine karşı saygılıdır, ama öteki mahallede her ev birbiri ile kavgalıdır, sık sık cinayet işlerler. Benim şehrim gelişmiştir, oysa öteki şehrin insanları tembeldir, hiçbir şey üretmezler, her şeyi başkalarından beklerler. Benim bölgemin insanı çalışkandır, işine bağlıdır, taşı sıksa suyunu çıkarır, ama öteki bölgenin insanları çok kültürsüzdür, okuma yazma bilenleri azdır.

Bu durum, devletler için de değişmez. Her ülke halkının ötekileri, ötekileri için de önyargıları vardır. Her devletin de ötekileri vardır. Ama devletlerin, ötekileri için sadece önyargıları yoktur, diğerleri için planları, onlardan istekleri de vardır. Zira, devletlerin orduları, silahları, yönetim mekanizmaları, kısaca fiili güçleri vardır ve istediklerini almak için bunları harekete geçirmekten çekinmezler.

Hayatımız, önce yaşamak, sonra güvenliğimiz için, sonra güç ve iktidar sağlamak için yaptığımız mücadelelerle doludur. Bu gerçeklik her insan, her topluluk, her devlet için geçerlidir ve değişmez.

Tarihi bu gerçeklik içinde öğrenmeli ve değerlendirmeliyiz.

HERKES için MASALLAR

SADECE GERÇEK

Ülkenin birinde bir köy, o köyde bir köylü ve köylünün de bir atı varmış. Birgün ülkenin kralı o civardan geçerken atı görmüş, çok beğenmiş ve köylüden kendisine satmasını istemiş.

Köylü, “Olmaz.” demiş. Kral israr etmiş, bir kese altın yerine iki kese teklif etmiş, ama köylü satmamakta diretmiş.

Kral gittikten sonra köylüler, “Doğru yapmadın, bu at bir kese bile etmez, kral sana iki kese altın verdi, satman gerekirdi.” demişler.

Aradan bir hafta geçmiş, bir sabah bakmışlar ki, köylünün atı yok. Köylüler, “Satmamakla akılsızlık yaptın, hem attan oldun, hem de iki kese altından.” demişler.

“Durun bakalım” demiş köylü. “Akılsızlık yaptım mı yapmadım mı, belli değil ki, ortada bir tek gerçek var, o da benim at kayboldu.”

İki gün sonra at geri gelmiş, hem de yanında bir de yaban atı varmış. Köylüler, “Çok şanslısın, hem atın geri geldi hem de sana ikinci bir at getirdi.” demişler.

Köylü, “Durun bakalım. Şanslı olup olmadığım belli değil, ortada tek bir gerçek var, benim şimdi iki atım var.” demiş.

Sonraki günlerin birinde, vahşi at, kendisini eğiten köylünün oğlunu sırtından atmış. Bacağı kırılan oğlan topal kalmış. Köylüler, “Ne talihsizlik, tek oğlun vardı, tarlada bütün işlerini o görüyordu, topal kaldı, işleri şimdi sen yapacaksın.” demişler.

“Durun bakalım, bunun talihsizlik olup olmadığı belli değil ki, tek gerçek var, o da şimdi benim oğlan topal kaldı.” demiş köylü.

Aylar sonra köye kralın komutanı gelmiş. “Savaş çıktı, köyün bütün gençleri askere alınacak” diye duyurmuş.

Askerleri yolcu ettikten sonra köylüler, “Ne şanslısın, bizim bütün çocuklarımız askere gitti, senin oğlanı topal diye almadılar, şimdi yarım yamalak da olsa sana yardım edecek, biz ise herşeyi kendimiz yapacağız.” demişler.

“Durun bakalım” demiş köylü. “Şanslı olduğumu da nereden çıkardınız. Ortada tek gerçek var, o da benim topal oğlanı askere almadılar.”

Bir hafta sonra, uzaktan askerler gözükmüş. Gelenler, kralın ordusunu bozguna uğratıp ülkenin içlerine doğru ilerleyen düşman askerleri imiş. Herkesi köy meydanında toplamışlar. İçlerinde tek genç olan topal oğlanı öldürüp gitmişler.

Bu hikayeyi daha çok uzatmak mümkün. Ama ortada tek bir gerçek var; o da gerçeğin ta kendisi
.